29 Kasım 2016 Salı

Tesadüfen yolu bu sayfaya düşmüş olan herkese..


  • Üzüntüden midenizin ağzınıza gelip kusma isteği yaratması vardır bilir misiniz? Hani kusmak istersiniz ama kusamazsınız? Umarım bilmiyorsunuzdur ve hayat size karşı şefkatllidir.

  •  Umarım üzdüğünüz kadar üzülürsünüz ve en önemlisi sevdiğiniz kadar sevilirsiniz.

  •  Önemsediğiniz kadar önemsenirsiniz umarım yoksa öbür türlü canınız yanar. 

  • Güvenilir olduğunuz kadar güvenebilirsiniz birilerine umarım ve bu güveni kimse boşa çıkarmaz. Ağzından çıkan her kelimenin kural gibi doğru olacağı, yalana teşebbüs dahi etmeyecek kadar mert olanlarla çevrilisinizdir umarım. Aksi taktirde paranoyak olmak işten bile değil.

  • İyiliği, mutluluğu için dua ettiğiniz insanlar da umarım sizin için dua ediyordur. Yoksa yazık, ellerinizi semaya açtığınız her an için kendinize kızmak istersiniz.

  • Yokluğunuzda değil varlığınızda kıymetinizi bilenler vardır umarım hemen yanı başınızda. Yokluğunuzda sizi özleyenler sadece yalnızlıktan sıkılanlardır çünkü çoğunlukla.. 

  • Yaptığınız hatalardan, kırdığınız kalplerden ders almış ve tövbe etmişsinizdir umarım, yoksa siz insanları üzmenin yanlış olduğunu öğrenene dek mutsuzluk tuzağına düşmeye devam edersiniz. Final sınavında kaldığınız bir dersten tekrar tekrar bütünleme sınavına girmek gibi bir şey..

  • Doğru insanları sevmeyi öğrenirsiniz umarım böylece yanlış insanların kırdığı kalbinizi bir başınıza tamir etmek için düşünerek harcadığınız uykusuz geceleriniz son bulur. 


Hak ettiğiniz mutluluğu da mutsuzluğu da bulursunuz umarım, en kısa zamanda!




10 Kasım 2016 Perşembe

Yazmak Güzeldir

Duygulardan; acı çekmekten, mutluluktan, neşeden, insana dair olan her şeyden bahsetme isteği duymamız için biraz üzülmemiz şart sanırım. İlla çok büyük bir kalp kırıklığı da değil bahsettiğim aslında ama biraz buruk olmalı insanın içi.. Elbette çok mutlu olmak da tüm duyguları en yüksek seviyede hissetmemize sebep oluyor ama insan mutluyken ne bileyim -en azından ben- oturup eline kağıt, kalem alıp da hislerini dökesi pek gelmiyor. Yahut gelse de öyle dallı budaklı anlatamıyor. Niye? Çünkü gidip mutluluğunu paylaşması gereken insanlar var, ama mutsuzluk öyle değil işte. Ufacık bir can sıkıntısı bile aslında kimseyle paylaşılmıyor tamamen. Ya alacağınız yorumlardan, yanlış anlaşılmalardan tepkilerden yahut büsbütün anlaşılmamaktan korktuğunuzdan hep bir şeyleri eksik, yanlış anlatma meylinde oluyor insan yahut hiçbir şey paylaşmamaya, anlatmamaya kadar gidebiliyor işin ucu.

Hal böyle oldu mu da insanın eli kağıt kaleme gidiyor elbette. Yahut günümüzde olduğu gibi klavyenin üstünde kendi kendine hızlıca gezinmeye başlıyor harflerden bir demet ekrana yağdırarak.. O içinizdeki negatif enerjiyi kusma ihtiyacı hatta sanki kusmazsan o negatif enerjinin seni yeyip bitireceği korkusu inanılmaz olabiliyor bazen. Aklınıza gelen en ufacık olumsuz bir his bile sayfalarca anlamsız derecede kötü önermeler ve ihtimaller kusmanıza sebep olabiliyor düşünsenize.. Şair ve yazarlara hakikaten saygı duymalı bu yüzden bence. Kim bilir ne korkunç buhranlar yaşayanları vardı içlerinde ve sırf dışarı yansıtamadıkları için belki de hikayelerinde yarattıkları karakterlerine de mutluluğu çok gördüler ve acılarla dolu dramatik hikayeler yazdılar.

Harry Potter'ın yazarı J.K. Rowling de bir röportajında söylediğine göre seriyi yazmaya başladığında kendi kendine söz vermiş; Harry, Ron ve Hermione karakterlerinden hiçbirini öldürmeyeceğine dair ancak bir dönem kendini o kadar depresif ve kötü hissediyormuş ki bir ara ciddi ciddi Ron'u hikayede öldürmeyi düşünmüş. Derken başka bir Weasley aile üyesini öldürmekle yetinmiş zaten bildiğiniz üzere..(All hail, Potterhead!)   Diyeceğim o ki, yazarlar da negatif enerjilerini bir şekilde böyle atıyorlar demek ki ve yazmak içinde bulunduğumuz döngüdeki negatif enerjiyi de belki bir şekilde kendi döngümüzden dışarı atıp o olumsuz enerjiden kurtulmanın en azından hafifletmenin bir yoludur.

Öyleyse yazmalı, bırakmalı omuzlardaki yükü ve göğe doğru kuş gibi uçabilmeli..







8 Kasım 2016 Salı

Anlık

Bu yaşadığım hayat nasıl bana ait oldu? Ya da cidden bana ait oldu mu? Geçmişten bugüne şuanki hayatımı yaşamaya yönlendiren tam olarak hangi seçimlerimdi keşke bilebilsem ve bazılarını değiştirebilsem. Değiştirmek istemediklerim için de en azından diğer seçenekleri seçseydim neler olurdu, şuan nerede olurdum diye görüp merakımı giderseydim fena olmazdı.

Sevdiğim sevmediğim ne varsa, geride bıraktığım ve ayağıma gelip teptiğim fırsatların hiçbirini ya da en azından birkaçını kaçırmasaydım -ben- şuanki benden ne kadar farklı ve ne kadar mutlu biri olurdum acaba?

Benim gibi düşündüğünü, sevdiğini, önemsediğini sandığım kız-erkek farketmeksizin çevremde olmuş ve gündemime girmiş her bir bireyin en başından ne olduğunu bilseydim ve içini, kalbini ve elbette kötülük yapma potansiyelini görebilseydim bile bile  lades olur muydum yine belli konularda? Yoksa hiç zorlamaya gerek yok yenilgiyi kabul et otur aşağı Ebru deyip kendimi durdurur muydum?

Yenilgiyi kimse sevmez elbette ama ben bir başka nefret ediyorum. Yenildiysem, başarısız olduysam tekrar tekrar başarılı olana dek şansımı zorlama huyum var. İyi mi kötü mü bilemiyorum.. Bunun bir sebebi dışarı çaktırmadığım (en azından çaktırmadığımı düşündüğüm) ama içimde asla sönmeyen o aşırı umutlu ve olumluya odaklanmış olan küçük Pollyanna. Her şeyin ya da en azından çoğu şeyin bir şekilde istediğim şekilde sonuçlanacağına dair garip, saçma salak bir inancım oldu hep. Yenildiğimde beni asıl üzenin bu umutlu yanıma vurulan darbe olduğunu yakın zamanlarda anladım aslında..

Şimdiye dek kimseyi kaybetmedim bu bağlamda mesela. Ya ben silmek istedim hayatımdan gerçek yüzlerini görüp de olumluya odaklanmamın gereksiz ve yanlış olduğunu farkedince ya da acı bir şekilde aslında en başından beri o kişiyi hiç kazanmamış olduğumu farkettim geç ve acılı da olsa. Öyle ya, bir şeyi kaybetmeniz için en başta sahibi olmanız gerekir.. Sahibi olmadığınız hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi kaybedemezsiniz, yolunuz kesişebilir elbette aynı anda aynı şeyleri hissediyor gibi görünebilirsiniz kısa süreliğine belki de gerçekten hissedersiniz de hatta ama aynı derinliğe sahip değilseniz belli konularda ne yapsanız boştur ve ister istemez yol ayrımına gelmeniz kaçınılmazdır..

Yalnız kovboy gibi gün batımında uzaklara doğru atınızı sürerken arkanızda bıraktığınız kasabada kaos mu var, şerif mi ölmüş umursamazsınız artık.. Yeni maceralara çıkıp western filminizin devam filmini çekmeye nefes aldığınız sürece devam etmeniz gerekir çünkü. Bir sonraki filmde yine yeni yeniden yenilebilirsiniz elbette ama ne olacak ki, bu sefer daha iyi yenilirsiniz!

Taa ki yenilmenin aslında kötü bir şey olmadığını anlayana dek.

Unutkanlığın Böylesi!

Nasıl başardım buradaki varlığımı unutmayı? Daha önce yazdığım ne varsa bu sayfaya silmiştim. Keşke silmeseydim. Bir pişmanlık anında yapabiliyorum böyle salak şeyleri. Neyse ara ara dönüp buraya yazarım heralde. Göreceğiz..